13 Kasım 2010 Cumartesi

Robert Louis Stevenson - Define Adası Kitap Özeti

Robert Louis Stevenson

                               Define Adası 
Robert Louis Stevenson
Kitap Özeti
Babam, annem ve ben İngiltere’nin batı sahillerinde, küçük bir kasabada, küçük bir hanı işletiyorduk. Ben, on, on iki yaşlarındayken, bir gün hana iri yarı, kir pas içinde, suratında yara izi olan, denizci birisi geldi. Hanımızı beğendiği için kalacağını, fazla yemek ve yer seçici olmadığın belirtti ve üç altını çıkartıp masanın üzerine avans olarak koydu. Bir gün bana, dikkatli olup, bir ayağı tahta olan bir denizciyi gördüğümde, kendisine haber verirsem, ayda dört peni kazana­cağımı söyledi. Ben de kabul ettim. O günden sonra gözümü dört açtım. Akşamlan içiyor, maceralarım anlatıyor, milleti kendisini dinlemesi için zorluyordu. Müşteriler ondan çekindikleri için seslerini çıkaramıyorlardı ama her geçen gün de handan çekiliyor­lardı. Babam, “eyvah, bu gidişle iflas edeceğiz” diyordu. Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen handan gitmeye niyeti yok gibiydi. Bir müddet sonra ne bana, ne de babama para vermez oldu. Gün geçtikçe borcu birikiyordu. Babamla sık sık tartışıyorlardı. Bir tartışma sırasında, babam kalp krizi geçirdi. Gelen doktor, aynı zamanda bölge polisiymiş. Kaptanın eli bıçaklı halini görünce, ona kızdı ve bir suç işlerse hapse tıkacağını belirtti. Ne hazin ki, birkaç gün sonra babam öldü. Babam ölmeden birkaç gün Önce, bir denizci gelip, “Bili bu­rada mı?” diye sordu. Tarifinden kaptanı aradığını anlamıştım. Bir müddet sonra, kaptan uzaktan görünce saklandı. Kaptan içeri girip oturduktan sonra, birden bire ortaya çıkıp, afallayan kapta­nın yanına gidip oturdu. Biraz sonra karşılıklı olarak bıçaklarını çektiler ve kapıştılar. Sonra, bizim kaptan diğerini önüne katıp kovaladı, ama biraz sonra da bayılıp yere düştü. Meğer sara nö­beti geçiriyormuş. Babamı kontrole gelen doktor onu da muayene etti ve böyle içmeye devam ederse çok yakında öleceğini söyledi. Bu arada da babam öldü.

Robert Louis Stevenson
Robert Louis Stevenson

Robert Louis Stevenson

Birkaç gün sonra, kör bir adam gelip, kaptanla görüştü. Git­tikten sonra, kaptan “bana altı saat süre tanıyorlar” dedi, ama birkaç dakika sonra da sarsıla sarsıla öldü. Bu kısa süre içinde gördüğüm ikinci ölümdü. Annemle, ölünün başında bir müddet bekledikten sonra, yardım almak için köye gittik. Kaptan Flint ismini duyan, hiç kimse yanımıza yaklaşamıyordu. Mecburen, yine yalnız başımıza hana geldik. Kaptanın odasına çıkarak, sandığını açtık, gelenler olduğu için acele ile, bazı kağıtları ve paralan alıp handan çıktık. İlerde bir yere saklandık ve biraz sonra yedi sekiz kişinin ellerinde meşalelerle hanın kapısında olduklarını gördük. Sonra içeri girdi­ler. Bir müddet sonra aralarında tartışmaya, sonra da duydukları at sesleri nedeniyle kaçmaya başladılar. Sadece kör kaptan ortada kalmıştı. Hızla gelen atlılardan birisinin çarpmasıyla o da öldü. Koşa koşa annemin yanına gittim. Kadıncağız, korkusundan sin­miş kalmıştı. Beni görünce, sarılıp ağladı. Gümrükçüler, kaçanları kovaladılar. Ancak, çoktan gemile­rine atlayıp kaçmışlardı. Hana girdiğimizde, bu kadar kısa süre­de, nasıl böyle altını üstüne getirebildikleri hayret verici bir olay­dı. Gümrükçülerin başı Jack bunun sebebini öğrenmek istedikle­rinde koynumdaki muşambayı gösterdim. Hep birlikte doktorun yanına gittik. Doktor ve Jack bana iltifat ettiler ve kahraman bir çocuk olduğumu söylediler. Anlaşılan oydu ki, Kaptan Flint denen adam çok tehlikeli bir korsandı ve bir yerlere gizlemiş olduğu hazinesi vardı. O, para peşinde değil, hazinenin yerini gösteren haritanın peşinde idi. Ve bu harita, koynumdan çıkardığım muşambadaki kağıtların ara­sında idi.



Şimdi hedef hazineyi bulmaktı. Ayarlanan bir gemi ile yola çıkacaktık. Hazine falan umurumda değildi. Böyle bir yolculuk yapacağım için çok heyecanlı ve sevinçliydim.
Nihayet, Brİstol limanından, denize açıldık. Yolculuğumuz genellikle sakin geçiyordu. Adaya varmamıza bir iki gün yolu­muz kalmıştı. Akşam vakti elma almak için girdiğim fıçının içinde iken, ayru zamanda aşçılık da yapan tek bacaklı gemici Silver geldi ve fıçının üstüne oturdu. Tam sevinçle kendisine seslenecek­tim ki başka bir gemici ile konuşmalarını duyunca vaz geçtim. Anladığım kadarıyla, bunların hepsi korsandı. Silver de bizim kaptanın korkuyla kaçtığı tek bacaklı meşhur korsandan başkası değildi. O andan sonra, gemideki birçok namuslu insanın hayatı bana bağlıydı. Fıçıdan çıkınca, hemen kaptan, kont ve doktorla bir araya geldim ve tüm duyduklarımı anlattım.


Adaya varınca, ben de karaya çıkanlar arasmdaydım. Ko­nuşmamıza göre Kont, doktor ve kaptan gemide kalmışlardı. Bir ara Silver ile arkadaşı Tom’un konuşmalarını duydum. Hemen saklanıp, dinledim. Tom, Silver’e karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Silver, Tom’u bıçağıyla öldürdü. Çok korkmuştum. Hemen gö­rünmeden kaçmaya başladım. Epeyce koştuktan sonra, burada yamyam gibi bir adamla karşılaştım. Yanımda tabancam olduğu için, karşısına dikildim. Sonra, adamda benim zararsız olduğumu anlayınca konuşmaya başladık. İsmi Benjamin Gunn olan gemici, üç yıl önce burada tek başına yaşamaya mahkum edilmişti. Ona karşı bîr yakınlık duyuyordum.


Birden bir patlama sesi duyduk. Anlaşılan savaş başlamıştı. Hemen, Gunn’Ia beraber, limana doğru koştuk. Yolda, Gunn’la birbirimizi kaybettik. Koşa koşa limana yaklaştığımda, doktor ve kaptanın diğer gemicilerle bir arada olduklarını gördüm. Gemiyi terk etmişlerdi. Onlara gördüğüm her şeyi anlattım. Onlarda, gemiyi ele geçirecek iken, ben olmadığım için bu plandan vazge­çip, karaya çıkmışlar. Tom’un Ölüm çığlığını benim zannederek, geri dönmüş ve gemide lazım olacak ne varsa bir kayığa yükleyip, yeniden adaya çıkmışlar. Tabii, gemidekiler bunları görünce, top ateşine tutmuşlar ancak, isabet ettirememişler. Karaya çıkınca, bu sefer de karadakilerle silahlı çatışmaya girmişler. Neticede, bu kütükten eve sığınmışlardı.
Bir müddet sonra, Silver ve adamları yakınımıza kadar gelip, anlaşmak İstediklerini söylediler. Kaptan onlara, “Şayet teslim olursanız, hayatınızı bağışlar, sizi en yakın cezaevine bırakırım. Yoksa teker teker Öleceksiniz” dedi. Kızgınlıkla gerisin geriye gittiler. Sonra, kaptan hepimizi mevzilere yerleştirdi ve nasıl savaşacağımızı anlattı.


Nitekim, çok geçmeden dört bir yandan ateş etmeye başladı­lar. Hızla, bulunduğumuz yere doğru ilerliyorlardı. Artık kavga, kılıç ve tabanca ile oluyordu. Sonuçta, bizden üç, onlardan altı kişi ölmüştü.
Kaptanın yarası pek ağır değildi. Doktor, onun yarasını sar­dıktan sonra, dışarı çıktı. Anladığım kadarıyla, Benjamin Gunn’u bulmaya gitmişti. Ben de, yanıma iki tabanca, mermi ve peksimet alarak, kafamdaki planı gerçekleştirmek için kimseye söylemeden dışarı çıktım. Söyleseydim, bırakmazlardı. Niyetim kıyıya kadar gitmek ve bağlı olan geminin halatlarını kesmekti. Kayığa bindim ve sessizce gemiye yaklaşıp, halatı kestim. Gemidekiler farkına varmamışlardı. Aniden, aklıma gemiye çıkıp ve onların sarhoş-hıklarından faydalanarak gemiyi ele geçirmek geldi. Bir yolunu bulup gemiye çıktığımda, ortalıklarda kimseyi göremedim. Sonra, kilere doğru ilerlerken yerde yaralı yatan Hands’ı gördüm. Belli ki, diğer korsanlar tarafından yaralanmıştı. Onunla konuşup, anlaştım. Hands’m yaralarını sardım ve onun yönlendirmesiyle gemiyi Define Adası’na doğru yönlendirerek gitmesini sağladım. Yalnız, Hands’un yüzündeki ifadeyi hiç beğenmiyordum. Nite-kim bir müddet sonra, gemimiz karaya oturduğunda, sinsice arkamdan saldırdı. Hatta beni bıçakladı da. Ben de iki tabancamı birden ateşleyerek onu öldürdüm.


Yaramdan dolayı acılar içerisinde kıvranmama rağmen, ge­mide tehlike kalmadığı için rahattım. Kayalara çarptığı için yan yatmış bulunan gemiden çıktım ve yürüyerek kıyıya vardım. Amacım, kaîedekilerîn yanma varmaktı. Bizimkilere sürpriz yapmak için sessizce içeri girmiştim ki kendimi birden bire kor­sanların ortasında buldum. Korsanlar, kütükten evi ele geçirmiş­lerdi. Silver, alaycı bir şekilde “Demek döndün ha, Jack” diyordu. Bir şey vardı ki, benim diğerlerinden ayrılmış olduğumu zanne­diyorlardı. Sevindirici başka bir şey daha vardı ki, doktor, kaptan ve diğerleri ölmemiş, korsanların dediğine göre, onlarla anlaşarak her şeyi bırakıp, ayrılmışlardı.
Ben de, bütün gelişmeleri, geminin durumunu ve ölen adam­ları anlatarak, onlara meydan okur bir şekilde, dediklerimi yapmalarını söyledim. Bazı korsanlar üzerime saldıracaklardı ki Sİlver bırakmadı.


Sonra olaylar şöyle gelişti: Hep birlikte defineyi kazmak için gittik. Kazdığımız yerde, define falan yoktu. Birisi, daha Önce, bulmuş ve götürmüştü. Silver bana bir tabanca verdi ve hazır olmamı söyledi. Nitekim biraz sonra, ağaçların arasından korsan­ların üzerine kurşun yağmaya başladı. Biraz sonra, korsanların üçü Öldürülmüş, ikisi ise kaçmıştı.




Meğer, Silver ve doktor anlaşarak planları yapmışlar. Benjamin Gunn’da bu plandaki rolünü çok güzel oynamış. Hazi­neyi oradan çıkarıp, kaldığı yere götüren de Benjamin’den başkası değilmiş. Ertesi sabah erkenden toplanma hazırlıklarına başladık. Her milletin parası ve altını mevcuttu. Tam üç gün, paralan çuvalla­ra yerleştirmekle geçti. Kaçan korsanların adada bırakılması, yanlarına yiyecek ve erzak verilmesi kararlaştırıldı. Sonra da demir alarak yola koyulduk. Birkaç gün sonra güzel bir körfeze girerek, demir attık. O günün, gecesi, Silveç yanına bir miktar para da alarak gemiden kaçtı. Bir bakıma iyi de oldu.
Bu limanda bir hafta kaldıktan sonra, rahat bir yolculuk ya­parak Bristol’a vardık. Paraları ve altınları aramızda paylaştık. Ben, annemin yanma gelerek, tekrar hanı işletmeye başladık. Tabii ki artık işleri hizmetçilerimiz görüyordu.

Robert Louis Stevenson

Robert Louis Stevenson

Robert Louis Stevenson


Robert Louis Stevenson (d. Edinburgh, İskoçya, 13 Kasım 1850 – ö. Samoa, 3 Aralık 1894) İskoç romancı, şair. En ünlü eseri Define Adası'dır.


Yaşamı
Çocukluğu

Robert Louis Stevenson, 13 Kasım 1850 günü Edinburgh'da Thomas ve Margaret Stevenson'ın tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunda onu hayatı boyunca bırakmayacak olan bir hastalık geçirmiştir (tüberküloz olduğu düşünülmektedir.) Sağlık durumundan dolayı okula devam edememiş, evde özel öğretmenler tarafından eğitilmişti.
Öğrenim yılları

Babası Thomas'ın 17 yaşındaki oğlunu Edinburgh Üniversitesine kaydettirdikten sonra ailesiyle arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı.Üniversite hayatına başlamasıyla Stevenson 1870lerden çok 1970lere yaraşan bohem bir hayat tarzı benimsedi. Ailesinin dini inançlarını reddetti, evli kadınlarla ve hayat kadınlarıyla ilişkiler kurdu. Stevenson üniversite de hastalıklı ve romantik bir genç olarak hocalarının dikkatini çekse de derslerine pek önem vermiyordu. Zamanını Edinburgh sosyetesinin içinde geçirdi, Montaigne, William Hazlitt ve Daniel Defoe'yu taklit etmeye çalıştı.

Babası oğlunun nesillerden beri Stevenson ailesinin mesleği olan mühendisliği sürdürmesini istiyordu, ancak Louis Stevenson hukuk okumayı tercih etti. 1875'de sınavını geçerek diplomasını alsa da mesleğini yapmadı. Diplomasını aldıktan sonra Avrupa'yı gezmeye karar verdi. Amacı, sağlığı için elverişli bir yer bulmaktı. Bu arada yazmaya devam etti...
İlk Eserleri ve Evliliği

Fransa'dayken Oise nehrinde yaptığı bir gezi ona "Bir İç Gezi" (An Inland Voyage) (1870) adlı eserini yazması için ilham vermişti. Aynı zamanda burada kendisinden on yaş büyük Fanny Van de Grift Osbourne adlı evli ve iki çocuk annesi Amerikalı bir kadınla aşk yaşar. Fanny Kaliforniya'ya döndüğünde arkasında depresyonda ve yıkılmış bir Stevenson bırakmıştı.

Stevenson, Fransa'nın dağlık ve kırsal kesiminde bir seyahate çıktı ve burada yaşadıklarını hikâyeleyerek "Bir Eşekle Seyahat" (Travels with a Donkey in the Cévennes) adlı kitabında anlattı (1878). Ailesi, onun bu yaptıklarını bir zaman kaybı olarak değerlendirse de aslında yazı stilini geliştirmek ve yaşam bilgisini arttırmak için uğraş vermekteydi.

1879 Ağustos'unda Kaliforniya'ya Fanny Osbourne'u görmeye gitti. New York'tan Kaliforniya'ya trenle seyahat etmesi onu çok yıpratmıştı, akciğerindeki bir enfeksiyon onu ölümün eşiğine getirdi, kendisine yardımcı olan çiftlik sahipleri tarafından iyileştirildi ve Fanny'nin yaşadığı San Fransisco şehrine devam etti. San Fransisco'da çok zor şartlar altında parasız günler geçirdikten sonra tekrar sağlığı bozulduğunda eşinden boşanmış olan Fanny onunla ilgilendi ve iyileştirdi. Çift 1880'de evlendi ve bilikte Edinburgh'a döndüler. Bundan sonraki dört yılda Stevenson'un sağlığı el verdiğince Güney Fransa ve İsviçre'de gezdi. Bu dönemde en bilinen eserlerini yazdı.
Define Adası

Stevenson üvey oğlu Llyod Osbourne ile yaptığı bir haritadan aldığı ilhamla ünlü eseri Define Adası (Treasure Island)'nı yazdı. Oğlunun "bir harita, bir define ve terkedilmi bir gemiyle ilgili olsun, içinde kadın olmasın" şeklinde kitabı kendisine ısmarladığı için kitapta kadınlara yer verilmediği söylenir. Eser 1881-1882 yıllarında bir çocuk dergisinde dizi olarak yayımlanmış, 1883 yılında kitap olarak basılmıştır. Tropikal adalarda "x" işaretli hazine haritalarıyla hazine arayan eli kancalı-omzu papağanlı olarak canlandırlan korsan kavramının yaygınlaşmasında bu kitabın çok rolü olmuştur.
Bournemouth

Güney Fransa'da gezerlerken Stevenson'ın tekrar hastalanması üzerine eşi ve üvey oğlu ile birlikte tekrar İngiltere'ye döndüler ve İngiltere'nin güneyinde Bournemouth'a yerleştiler (1884). Yaşadıkları yere, Skerryvore adını vermişlerdi. Skerryvıre, Stevonson'un amcası Alan Stevenson'un büyük güçlerle inşa ettiği İskoçya'nın en uzun deniz feneri olan yapının adıydı.

Stevenson dönemimin bir çok ünlü edebiyatçısıyla yakın arkadaştı. Leslie Stephen, W. E. Henley, Edmund Gosse ve Henry James gibi isimlerle Bournemouth'da oldukça fazla vakit geçirdiği bilinmektedir. Stevenson bu dönemde ünlü tarihi romanı "Kaçırılan Çocuk" (Kidnapped) ve "Dr Jekyll ve Mr Hyde" (The Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde) adlı eserlerini (1886) yayınladı.
Seyahatler

1887 Mayıs'ında babasının ölümünden sonra doktorunun tamamen değişik bir iklime gitmesi tavsiyesi üzerine annesi, eşi ve üvey oğlunu alarak Amerika'ya gitti. New York'da ünlü bir yazar olarak karşılandı ancak yönünü Batı'ya çevirerek yolculuğuna devam etti. "Anılar ve Portreler" (Memories and Portraits) adlı eserini bu dönemde kaleme aldı.

1888'de Stevenson bir yat satın aldı ve San Fransisco'dan Güney Kıyılara doğru yola çıktı. Samoa'ya gelmeden önce Markiz Adaları, Tahiti, Honolulu, Gilbert Adaları duraklarından birkaçıdır.Aynı yılKara Ok isimli tarihi macera romanında Güller Savaşı'nı anlattı. Bu arada The Master of Ballantrae 1889'da yayımlandı. Aynı yıl Ekvator'da ikinci bir yolculuk yaptı ve üvey oğlu Lloyd da kendisine eşlik etti.
Samoa'da mücadele ve son yılları

Stevenson cüzzamlı hastaların karantina altında yaşadığı Molokai'de(Hawai Adaları'ndan birisi), Peder Damien'in misyonerlik ettiği bir koloniyi incelemek için ziyaret etti. Bir akciğer kanaması onu Samoa'da durmaya zorlayana kadar Doğu Pasifik'te dolandı. "Güney Kıyılarında" (In the South Seas) ve "Peder Damien" (Father Damien) adlı eserleri 1890'da yayımlandı. Seyahat edemez olunca Samoda'da bir arazi aldı ve yerleşti. Yerli dilme Masalcı anlamına gelen Tusitala ismini benimsedi ve yerel siyasete bulaştı.

1892'de güçlü Batı devletlerine karşı Samoa haklarını korumak için bir kampanya başlattı ve "A Footnote to History: Eight Years of Trouble in Samoa" adlı eserini yayımladı. 1893'te Samoalı bir kabile şefini destekleyince isyancı ilan edilmiş ve Samoa'dan atılmanın eşiğine gelmiştir.

Sağlığının bir daha İskoçya'ya dönmesine olanak vermeyeceğini bildiği için bu dönemde ülkesini oldukça özler. Aynı yıl, "Kaçırılmış Çocuk" (Kidnapped) adlı eserine bir devam kitabı olan "Catriona"yı yazar. 1894'te Samoa'ya barış gelir, Stevenson bir kahraman ilan edilir, "The Ebb-Tide" yayımlanır ve "Weir of Hermiston" adlı eseri üzerinde çalışırken 3 Aralık 1894 günü 44 yaşında beyin kanamasından hayatını kaybeder. Samoa'daki Vaea Tepesine gömülmüştür.
Bazı sözleri

    * "Umutla yolculuk etmek, gidilecek yere varmaktan çok daha güzeldir."